Tabii ki Süperman
20 Haziran 2013
“O bir uçak, o bir kuş, hayır o Süperman…”
Unutmayın ki, çizgi romanlarda her şey mümkündür. Modern zamanın şövalyeleri diyebileceğimiz süper kahramanlar umut ve adalet dağıtırken her macerada yeniden kendisini keşfeder ve kendisini her seferinde yeniden dener. Ve tüm bunlara dayanma gücünü ise sahip oldukları toplumsal ahlak duygusundan alırlar. Veya en azından benim hatırladığım kadarıyla bir zamanlar öyleydi. Herşeyin güzel olduğu, sokakta top oynayabildiğimiz zamanlarda yani çizgi romanın altın çağındaki şövalye kahramanlar dağının tepesinde kırmızı pelerinli, mavi taytlı, giydiği kıyafetin üzerinde kocaman bir “S” harfi olan birisi oturur; Süperman!
Süperman’i okumayan, bilmeyen yoktur. 1938’den bu yana, çizgi romanların dışında, animasyonlarda, TV dizilerinde ve 80’lerdeki 4 bölümlük sinema serisiyle tepemizde uçmaya devam ediyor. 2006’daki oldukça başarısız “Süperman Dönüyor” macerası yüzünden seyirciler dahil herkes kırmızı pelerinli ve taytlı adamın günümüz çizgi roman uyarlamaları için eskimiş bir fikir olduğuna inanmıştı. Batman’in bile fantastikten hızla uzaklaşarak polisiye köklerine döndüğü bir zamanda Süperman animasyon ve çizgi roman sahası dışında dokunulmaması gereken bir masala dönüşmüş gibiydi.
Süperman’in yeni macerasında, pelerinli adamın yaşam hikayesi yeniden yazılıyor. Kripton artık insanlarının uçan yaratıklara binerek dolaştığı, Star Wars evreninden ödünç alınmış bir gezegen. Süperman’in “gezegenin son umudu” olarak dünyaya yollanması ve General Zod’un buna dahil edilmesi de şimdiye kadarki ezberimizi bozuyor.
Gelelim Kriptonlu bebek Kal-El’in içinde olduğu uzay gemisini bulan ve onu evlat edinen Martha ve Jonathan Kent çiftine… Her ne kadar Kal-El süper güçlerle donatılmış olsa da, onun erdem sahibi bir şövalyeye dönüşmesine yol açan kişi yemeyip yediren, giymeyip giydiren Jonathan Kent’tir. Çok okumuş biri değildir ama gönül gözü açıktır ve Clark’ın duru bir akılla süper kahramanlık yapmasının en büyük sebebidir. Çizgi romandaki Süperman’le filmlerde izlediğimiz arasındaki en büyük fark budur. Süperman’in, Örümcek Adam ya da Batman gibi kahramanlardan farklı olarak morali hep yüksektir ve sürekli bir ahlak sorgulaması içine girmez.
Man of Steel’de izleyeceğiniz, Kevin Costner tarafından canlandırılan Jonathan Kent ise tam bir ukala ve kendini bilmez bir densiz! Ağzını açtığı zaman susmak bilmiyor ve bir Amerikan başkanı yetiştirme hevesi çok belli.
Hikayede başka değişiklikler de var. Örneğin Yalnızlıklar Kalesi’nin Süperman’in attığı ve buzul bölgeye düşen kristalden oluşması yerine Kripton’dan binlerce yıl önce gelmiş bir uzay gemisi olması, Jor-El’in bilincinin bir akıl gösterenden arka kollayıcıya dönüşmesi… Ayrıca bu yazıda pek çok kez Süperman diye yazsam da filmde bu tanım sadece 1.5 kez geçiyor. Kahramanı artık daha çok Clark ya da Kal-El adıyla hatırlıyoruz. Nolan, Süperman isminin de modası geçmiş olduğunu düşünüyor olmalı. Tüm bu değişiklikler bize daha önce izlemediğimiz bir macera olduğu hissini güçlendirmek için yapılıyor elbette ancak gerçekten öyle mi?
Kendi adıma Nolan, Snyder ortaklığından daha derin, felsefi yanı güçlü bir Süperman macerası bekliyordum ancak sanırım asıl metin buna uygun değil. O yüzden ikili bir yerden sonra aksiyon sever seyirciyi ödüllendirme çabasına girişmiş ve bunu başarmış.
İzlenmeli mi? Hâlâ izlemediyseniz, muhteşem bir aksiyon filmi deneyimi için koşa koşa sinemaya gitmenizi öneririm…