Size Kozmos’tan selam getirdim!
14 Ağustos 2013
Yakın tarihte kalabalık, herkesin kendi lisesinden, kendi üniversitesinden, kendi dans kursundan, kendi müzik grubundan, kendi hede hödösünden arkadaşlarını, sanki hepimizin kulağına Tanrı tarafından “Dünyanın ne kadar birbirinden alakasız, vizyonu, duruşu bakışı farklı insanı varsa toplayın, toplaşın, sinerji oluşturun.” diye fısıldanmışçasına “bir arkadaş ortamı” atmosferi (merhaba, adım Özlem, lise 1’e gidiyorum ve ‘ arkadaş ortamı’ kalıbını günde üç yüz kez kullanıyorum, i love arkadaş ortamı) yaşadım.
Böyle ortamlarda herkes dünyanın en farklı insanıdır. Herkes dünyanın en güzel içkilerini içmiş, en güzel noktalarını gezmiş, inanılmaz şaraplar tatmıştır. Dünyanın en sıcak en samimi ortamıdır(!?) bu “ortaya karışık alevli meyve tabağı” ortam….Niyeyse “yanında en az bir kişiyi getirme zorunluluğu” yasası varmış gibi davranılır. 25 yıllık hayatımın bilinci açık ve hatırlanmaya değer 19-20 yılında düstur edindiğim en büyük mottolardan biri; “Farklı arkadaşlar/arkadaş grupları birbiriyle kaynaştırılmaya! “Ben Ayla’yı seviyorum, Gülin’ i de seviyorum. Demek ki Gülin ve Ayla birbirini sever. “ denilmeye!
‘Yeteneksizsiniz’ başlıyor….
Herkesin über fantastik bilgileri vardı. Ben sanki yıllarımı boşa geçirmiş gibiydim yanlarında, John Locke’ un da dediği gibi “yeni doğmuş bir bebektim ve belleğim bomboş bembeyaz bir levhaydı”. Adeta bir “Yeteneksizsiniz” sahnesinde gibiydik, her birimiz kendi yeteneğimizin muhteşem olduğunu sanıyorduk ama hepimiz aslında ya moonwalk yapıyorduk, ya arabesk rap söylüyorduk, ya da beat box yapıyorduk… Susup,bu bilgili insanların deneyimlerine “vay bee” diyordum içimden. Neyse ki bu suskun güzelliğimi ve gizemimi biri fark etti, “Sen neler yapıyorsun? ” dedi.
Beleşçi Freeganistler…
“İşte editörüm ben… Site yapıyoruz İstanbul’la ilgili. Aklınıza İstanbul’la ilgili gelebilecek her şey var sitede. Kategorileri şu bu xyzt alfa beta gama, mesela alternatif yaşam diye bi kategorimiz var orada, yakın zamanda freeganizm’ le ilgili bir şeyler yazıcam.” diye ne güzel bir tempo yakalamıştım ki, ortamın en parlak, en marjinal, en bilgilisi, en şarap severi , en ‘ünlü insan tanıyanı’nın gözleri parladı… Sanki Aşil’ in zayıf noktasının topuğu olduğunu ilk o farketmişçesine bir parlamayla “Freeganizm ne peki?” dedi. Amaç soru sormak ya da merak değil; kıstırmak, kendinden rol çalan oyuncuyu çemberin dışına ittirmek, “Ben çok iyi biliyorum, bakayım sen de biliyor musun” culuk oynamak… Anlattım. Konuşmama, – “freeganizm” yazdığınızda karşınıza çıkan hemen her yazıda okuyabileceğiniz gibi- “free” (özgür) ve “veganism” (vejeteryanlık; et yememek, tüketmemek) kelimelerinin kombinasyonu olduğunu anlatarak başladım. Konuşmanın bir yerinde “Çöplerden yemek topluyorlar, kapitalizme karşılar, çalışmıyorlar ve vakitlerini sadece kendinize ve etraflarındaki insanların mutluluğuna harcıyorlar.” dememle birlikte marjinal kaşif atladı: “Beleşçiler yani…”
Tabi ki ağzının payını verecektim…
Bu çok bilmişe çok güzel laflar hazırlamıştım. Bir bir sıraladım: “Sen…’Çöplerden yemek topluyorlar.’ dediğimde yüzünü buruşturan gurme, sana söylüyorum! Çöplerden beslenme olayında bir mesaj var. “Sizin çöpünüzden insanlar doyabiliyor. O kadar israfcısınız adi köpekler…” diyor bize freegan. Sen, über zeki , marjinal şarapsever … Freeganistler beleşçi değil, insanlara ihtiyacından fazlasını tüketmemesini, satın almamasını kısacası kapitalist yapının olmazsa olmazı yani tüketime karşı çıkmalarını anlatmaya çalışıyorlar. Tüketim toplumuna ve kapitalizmin dayattığı bilinçsizce tüketme güdüsüne karşı bir direniş sergiliyorlar. Beleşçilik değil, bir nevi siyasi- kültürel duruş yani… Oradan buradan toparlama hikayelerinle, başkasının yaşanmışlıklarını kendininmişçesine anlatan hırsız beleşçi sensin…
Marketlerin attığı paketli besinleri kullanıyorlar, ihtiyacı olandan fazlasını kullanmıyorlar, barınma ve beslenme ihtiyacının dışında para harcamıyorlar ve bu yüzden sırf para için abuk subuk işlerle meşgul olacaklarına otostopla dünyayı geziyor, mutlu oluyor, aktivist olarak insanları mutlu etmeye çalışıyorlar. Senin benim gibi aynı gömleğin üç farklı rengine sahip değiller, dikip yamayıp giyiyorlar ve bunu fakirlikten değil dünya görüşü uğruna yapıyorlar. Dünyaya çevreye itina ediyorlar, tüketmiyor, üretiyorlar…” dedim.
Dedim ama… İçimden…
Facebook iletisine “ bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye” yazan, suskunluğu asilliğinden ileri gelen bir kız oldum. Ne söylesem çamur atacak bir şey bulacaktı zaten über zeki, marjinal şarapsever… Ortamda ilgi çekerek ona dünyada atabileceğim en büyük kazıklardan birini atmıştım, biraz daha konuşup açıklama yapıp dikkat çekseydim, yüzüme kezzap atıp sahne hayatıma son verebilirdi.
Elbette somut bir cevap verdim. “Hee…” dedim… “O da bi bakış açısı…”
“Maymunlar Cehennemi’ nden Kaçış-2” vizyonda…
“Kusura bakmayın ya, akşam bize misafir gelecekmiş. Annem S.O.S. vermeden ben kalkayım.” diyip yanlarından ayrıldım… İçimdekileri söylememenin ağırlığı, söyleyip de boşuna nefes tüketmemişliğin hafifliği ve ortamın sıkıcılığının verdiği o gazla yürüyerek İstanbul’dan Muğla’ ya, ailemin yanına, akşam misafirleri için anneme yardım etmeye gittim… ( N’apsaydım yalan söylemeyip, hiç mi mecbur kalmadınız bir ortamdan kurtulmak için yalan söylemeye! ) Giderken iki ekmek bir yoğurt aldım… Bir tanesini beleşçi freeganlar nasiplensin diye çöpe attım…