Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli
24 Aralık 2013
Şehir ve devlet tiyatrolarına gitmeyi hem çok severim, hem de buralar çok ürkütür beni. Çünkü salona girildiğinde bir anda yaş ortalaması yükselir, herkes “edep yahu” diyerek benim bir hatamı kolluyor gibi gelir bana. Hapşırmaya, öksürmeye, hatta derin bir nefes almaya bile korkarım. Herkes asil, yalnız ben saraya kaçak girmiş bir esirmişim gibi hissederim. Artık mazimde nasıl bir tiyatro anısı varsa; Freud bilir…
Korkunun ecele faydası yok diyerek Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli oyununun galası için Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yolunu tuttum. Kapının önünde içerideki kalabalığı bir müddet süzdükten sonra içeriye girebildim. Gala olduğu için her zamanki yaş ortalaması biraz daha yükselmiş, kanlardaki asalet miktarı daha da artmıştı. Amcalar takımları çekmiş, teyzeler en güzel elbiselerini giymişti. Benimse kot pantolon ve boğazlı kazakla göze batmamam imkansızdı. Özel tiyatrolara nazaran, neden devlet ve şehir tiyatrolarında, tiyatroya yüksek kültür ürünü muamelesi yapılır hiç bilemiyorum. Neyse ki, sahne ile aynı adı taşıyan, Şehir Tiyatroları’nın basın sorumlusu Muhsin Bey’in samimi dostluğu ve sohbeti beni biraz yatıştırdı. Ardından başlangıç anonsu yapıldı ve salona geçtik.
İki perdelik Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli’nin enteresan bir dekor tasarımı var. Bir evin yatak odasının görünümüne sahip dekor, oyundan önce bitişik ve üstü örtük duruyor. Oyun başladığında örtü kalkıyor ve eşyalar oyuncular tarafından yerlerine taşınıyor. Oyun sonunda da yine dekor toparlanıp perde kapatılıyor. Hoş bir fikir, fakat oyuna biraz hareket katmaktan başka bir faydası yok gibi geldi bana…
Bensu Orhunöz ve Mert Tanık’ın oynadığı oyun, çeşitli siyasal ve toplumsal olayların yaşandığı bir ülkede, değişimlerin yaşandığı bir ülkede, bu değişimlerin evli bir çiftin hayatlarına etkileri işleniyor. Oyunculukların başarısı, bana kalırsa metnin çok çok önünde. Özellikle Mert Tanık muhteşem bir performans gösteriyor.
Zamansal olarak geçmişe doğru ilerleyen oyun, toplumsal olayların minimal etkilerini incelemeye çalışmış. Ancak bu minimallik o kadar ileri gitmiş ki, alt metinden tamamen kopup, bireysel hezeyanları, çatışmaları izliyor buluyoruz kendimizi bir süre sonra. Darbe yıllarında sahnelenmiş olsa belki bu meselelerin bu kadar gizli kapaklı işleniyor olması doğal ve mantıklı gelebilirdi. Ama günümüz için metin çok naif kalıyor doğrusu.
Oyun bitiminde sahneye çıkan yönetmen Zuhal Ergen’in 12 Eylül darbesine dair anlattığı kitap saklama hikayesi, sonrasında oyunun yazarı A. Kadir Bozkurt ile yan yana gelmeleri, oyununun perde arkası isimlerinin belirli bir yaşanmışlıkla bu oyunu sahnelediğini gösteriyor.
Oyunun başında salonu hınca hınç dolduran soyluların, perde arasında yarısının ortadan kaybolması neyin kanıtı peki? Oyunu yeteri kadar asil bulmadıklarının mı? Sorunun cevabını oyundan çıktığımda lobide buluyorum. Meğer hiçbiri gitmemiş, lobideki kokteylde eğleşmekteler. Plastik bardağı kapıp içeceğini yudumlayıp, elini atabileceği bir çerez tabağı bulan herkes oyunla ilgili atıp tutuyor. Bana da buraya hiç uğramadan evin yolunu tutmaktan başka çare kalmıyor.