Parsel Parsel İstanbul
23 Temmuz 2013
Kavak İskelesi, Haydarpaşa ile Harem arasında, zamanında şimdiki Ankara Asfaltının üzerinden aktığı belli olan Kavak Deresinin denize döküldüğü yerde, yani bugünkü Selimiye Kışlasının altında bulunmaktaydı. Bölge adını o yıllarda Gümrük İskelesi olarak kullanılan Kavak İskelesinden almıştır.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, Beyazıt’ta bugün İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu alan civarına, 1454-1457 yılları arasında tarihte Eski Saray adı ile anılan Sarayı inşa ettirmişti. Bu Saray bitinceye kadar Edirne’de ikamet eden Fatih, daha sonra 1465-1478 yılları arasında da Topkapı’daki Sarayı yaptırmıştır.
1551 yılında ise şimdilerde hayatını dizilerden seyrettiğimiz Kanuni Sultan Süleyman, muhtemelen Hürrem Sultan’ın saray içinde çevirdiği entrikalardan biraz olsun nefes alabilmek için Anadolu Yakasında Üsküdar Sarayı adıyla da bilinen Kavak Sarayını inşa ettirmiştir. Kitaplardan okuduğumuz kadarı ile Osmanlı’nın 3. Hanedan Sarayı olan bu Sarayı Mimar Sinan’ın yapmıştır. Kagir bir şekilde inşa edilen Kavak Sarayı, taştan yapılmış Topkapı Sarayının yatık ve toprağa yakın oluşunun aksine bir görüntü sergilemektedir. Osmanlı Sarayları bina gibi değil yerleşim alanı gibi tasarlanmaktaydı. Bu anlamda 90.000 m2lik bir araziye yayılmış olan Sarayın bahçesinde 4 kapı bulunmaktaydı.
Kavak Sarayının Üsküdar tarafındaki bölgeye Harem denilmekte idi. Bunun sebebi ise Topkapı Sarayının Harem Mensuplarının Kavak Sarayına bu yoldan gelmeleri idi. Harem Osmanlıda herkesin girmesine izin verilmeyen yer anlamında kullanılmakta idi. Dolayısıyla bu bölümde bulunan kadınlara da harem denilmekte idi.
Öte yandan bu bölgeye Harem denilmesinin sebebini, burada Bizans İmparatoru Teodoros Laskoris’in (1204-1222) güneşin batışını ve İstanbul’u seyretmek için inşa ettirdiği Heraeum Sarayının bulunması şeklinde de iddia edenler bulunmaktadır. Harem İskelesine Osmanlıda Hünkâr İskelesi de denildiği söylenmektedir.
Mimar Sinan’ın burada Sultan 2. Selim (1566-1574) ve Sultan 3. Murat (1574-1595) için birer köşk ve üç hamam yaptığı ayrıca Sultan 1. Ahmet (1603-1617) döneminde de Kavak Sarayında bir mescit yaptırıldığı bilinmektedir. Daha sonra Saray, Sultan 4. Murat (1623-1640) döneminde tamirat geçirirken genişletilmiştir.
Sultan 1. Ahmet (1603-1617) Divanı Kavak Sarayında toplamak istemiş ancak ‘gelenek Topkapı Sarayında toplanması şeklindedir’ denilerek bu isteği reddedilmişti. Ancak 1. Ahmet Felemenk Elçisini burada kabul etmişti.
4. Murat (1623-1640) 1635 yılında Revan Seferine buradan çıkmış ve tekrar buraya dönmüştür. Bu sebeple ertesi yıl 1636 yılında Saray Alanına Revan Köşkünü yaptırmıştır.
3. Osman (1754-1757) zamanında Has Bahçe içersindeki Hatice Sultan Sarayı yıkılarak arazisi öncelikle ordu komutanları ve paşalar olmak üzere halka dağıtılmış yani ihsan edilmişti. Bu sebepten de bölgeye İhsaniye denilmiştir.
18. Yüzyılda Osmanlı Sarayında yaşayanlar İstanbul Boğazı’nda balık yemenin ne kadar pahalı olduğunu keşfetmiş ve bu yüzden daha ucuza balık yemek için boğaz kıyısına evler yaptırmışlardı. Zamanla Boğaz kıyılarında yaşamak moda haline gelmiş ve buralara saraylar, köşkler, evler inşa edilmeye başlanmıştı. Dolayısıyla artık kullanılmayan Kavak Sarayı kendi kaderine terk edilmişti.
3. Selim (1789-1807), 18002li yılların başında yeni kurduğu Nizam-ı Cedid Ordusu için Kavak Sarayının arazisinde bir kışla inşa ettirmişti. 3. Selim kendi adını verdiği Kışlada yıkılan Sarayın malzemelerini kullandırmış, Saraydan artan bazı mermer parçalarını da Topkapı Sarayına götürerek muhafaza altına aldırmıştı.
Osmanlıda külliyeler cami merkezli oluşturulmaktadır. Ancak burada kışla merkezli bir külliye oluşmuş, külliyeden meydana gelen semte ise kışlanın adından dolayı Selimiye denilmiştir. Planları 3. Selim tarafından çizilen Selimiye Mahallesinde cami, tekke, hamam, mektep, çeşmeler, matbaa ve kumaş tezgâhları bulunmakta idi.
Topkapı Sarayı gibi yönetimsel olmayan, yazlık olarak kullanılan Kavak Sarayında 3. Murat (1574-1595) dönemi ile 1. Mahmut (1730-1754) dönemi arasında var olduğu bilinen yapılar şunlardır: Sivri Kasır, Kasr-ı Sultan Süleyman, Kasr-ı Mehmed Paşa, Kasr-ı Sultan Murad Han, Kasr-ı Sultan Ahmed, Kasr-ı Revan, Valide Sultan Dairesi, Haseki Sultan Dairesi, Hamamlar, Küçük Köşkler, Su Kanalları, Havuzlar, Ahır, İskele ve Sultan 1. Ahmet için yapılmış Mescit.
Yazılanlardan anlaşıldığı kadarı ile Kavak İskelesi, bugünkü Selimiye Kışlasının deniz tarafında kalmaktadır.
Bilebildiğim kadarı ile Kavak Sarayının bir fotoğrafı bile bulunmamaktadır.
Kavak Sarayından başka Üsküdar sahilinde iki saray daha bulunmaktaydı. Bunlar biraz daha Üsküdar’a doğru gidildiğinde Ayazma Camisinin bulunduğu yerde 1455-1460 yıllarında Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilmiş olan Ayazma Sarayı ile Şemsi Paşada 1570 li yıllarda 3. Murat (1574-1595) zamanında inşa edilmiş Şerefabad Sahilsaray-ı Hümayunu saraylarıdır.
Bugün Kavak Sarayının bulunduğu yere Olimpiyat Stadı inşa edilmesi planlanıyor. Oysa Taksimdeki kışlayı ve Karaköy’deki camiyi tekrar inşa etmeyi düşünen anlayışın burada da Kavak Sarayını tekrar inşa etmek isteyeceğini düşünmüştüm. Doğrusu kendimi de bu durumu eleştirmek üzere hazırlıyordum. Kavak Sarayının yerine bir stat inşa edileceği beni çok şaşırttı.
Bugün burada 100 yıldır yanındaki Gar ile irtibatlı olarak çalışan bir liman bulunmaktadır. Bu tesisin önünden vapurla geçerken aslında çalışan bir müzeyi izlediğimizin farkına varmalıyız. Limanın yüklerinin artık trenden çok karayolu ile nakledildiğini, bugün kentin içersine böyle bir liman yapılsa doğru bulunmayacağını biliyorum. Ama tarihi kentlerde eski, çalışan sistemler o kentin tarihi olduğunu kanıtlayan antikalar gibidir.
Gerek Haydarpaşa Port ve gerekse Olimpiyat Stadı projelerinden anlaşıldığına göre buradaki dalgakıranların içerisine artık gemiler giremeyecekler. Halbuki dalgakıranlar İstanbul’un lodos rüzgarı için yapılmışlardı. Belli ki bir yakadan diğerine geçişler için insanların sadece metroyu kullanmaları öngörülecektir. Yani yıllardır denizin üzerinden yapılan iki kıta arasındaki seyahat artık tarihe karışacaktır. Bu seyahati yer altından yapmak zorunluluğu çok sıkıcı olacaktır. Diğer yandan uzun süredir insanların ayak basmadığı dalgakıranlar giderek birer kuş cenneti olmaya başlamışlardı. Buradaki kuşlar da yerlerinden olacaklar.
1960’lı yıllarda Kadıköy-Haydarpaşa arasında sandallar çalışırdı. Bu sandalları kullanarak birinci dalgakırana çıkılırdı. Orada akşama kadar hem yüzer hem de el büyüklüğünde midyeler toplanırmış. Akşamüstü güneş batarken dalgakıranın İstanbul tarafındaki ucunda bulunan düz kayanın üzerine oturur, midyeleri bir teneke üzerinde kızartılır, insanlar yanlarında getirdikleri ile kendilerine ziyafet çeklerlermiş. O zamanları yaşamadım fakat anlatılanlardan bildiğim kadar ile o saatlerde Sarayburnu üzerinden batan güneşin kırmızıya boyadığı gökyüzü yemeğimize ayrı bir keyif katarmış. Belli ki artık o kayayı da dalgakıranı da göremeyeceğim. Eski ile bağlarımızı sağlayan iplerden biri daha kopacak.
Umarım bir gün kent içerisindeki her boş alana inşaat yapılacak parsel gözüyle bakılmaz.
Grafik & İllüstrasyon: Duygu Serin