“Kudüs Şairi” Pakdil İstanbul’da
8 Kasım 2015
“Kudüs Şairi” olarak tanınan Nuri Pakdil, 34. TÜYAP Kitap Fuarı’nda kitaplarını imzalayacak.
“Kudüs Şairi” olarak tanınan Nuri Pakdil, 34. TÜYAP Kitap Fuarı’nda kitaplarını imzalayacak. Fuar için dün İstanbul’a gelen Pakdil, AA muhabirinin sorularını yanıtladı.
Fuar hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce yazar ya da okuyucu için anlamı nedir?
Ben yıllarca fuarlara katılmadım, okurla buluşmak istemedim. Çünkü Edebiyat Dergisi’nin okuyucuları henüz oluşmamıştı. Edebiyat’tan çıkan yayınları okundukça okuyucular oluşacaktı, ben onlara güveniyordum. Bunun oluşmasını bekledim. Tam olarak bu sonucu aldım diyemem ama almaya yakın bir durumdayım hamdolsun. Bana göre fuarlar çok yararlı oluşumlar. Özellikle okuyucular hem yazarlarla, hem de yeni kitaplarla buluşmaktalar. Ben de bu nedenle elimden geldiği kadar fuarlara katılmaya çalışıyorum.
Edebiyat okuyucusunun oluşmasını beklediğiniz süreçte sizi görmeyi talep eden okuyucularınız oluyor muydu?
Evet, oluyordu. O süreçte beni görmek isteyen okuyuculara, onlarla görüşmek istemediğimi söylüyordum. Biz her yazara benzemeyiz diyordum. Çünkü öyle artist sever gibi, fiziki olarak beni sevmenin bir anlamı yoktur. Böyle davranarak, beni seviyorsanız, kitaplarımı alıp okuyun demek istedim.
“Yedi kişi bir araya geldiklerinde onları da önemseriz”
Yıllarca okurla bir araya gelmemeniz, neredeyse inzivaya çekilmiş bir hayat sürdükten sonra son birkaç yıldır bu tarz etkinliklere katılıyor olmanız zaman zaman edebiyat dünyası yazarlarının eleştirilerine neden oluyor. Nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?
Bu eleştirileri onların görüşleri olarak görüyorum. Önemsemiyorum. Çünkü ben milyonlarca kişinin okuduğu bir yazar değilim. Hele ki oyunlarım herkesin anlayabileceği oyunlar değil. Örneğin ‘Putyapım Evleri’, bu kitabımı yüzlerce kişi içinde bir, iki kişi okur, anlarsa, bu inanılmaz bir olaydır. Benim dönemimde yazar arkadaşlarım birbiriyle dosttular. Mesela bugün herkesin ilgi gösterdiği Yedi Güzel Adam’ı oluşturan insanların hepsi olağanüstü kardeştiler birbiriyle. Birinin parası herkesin parasıydı. Birbirimize ödünç alıp verme huyumuz olmazdı. Bizi birbirimize bu kadar yakın kılan şey ideolojimizdi. Hemşerilik bağımız da vardı. Akif İnan dışında hepimiz Maraşlıydık. Bu ideoloji, din bağı bizi kardeş kıldı. ‘Yedi Güzel Adam’ın çok konuşulur olmasına eleştiriler de olmuştur. O eleştirileri de önemsemiyorum. Çünkü iki kişi yan yana gelemeyen insanlar sarfediyor bu sözleri. Biz yedi kişi bir araya geldik ve bu bugün hala konuşuluyorsa önemlidir. Bu eleştirenler, yedi kişi yan yana geldiklerinde, ideolojik olarak birlikte bir mücadele verdiklerinde ve bir kuşağı etkilediklerinde elbette onları da önemseriz.
Günümüz edebiyatını, dergilerini, yazarlarını takip ediyor musunuz? Dikkatinizi çeken isimler var mı?
Maalesef dikkatimi çeken bir yazar veya dergi yok. Hala bizim dönemin yazarlığını aşan yazarlar göremiyorum. Aşamadılar, çünkü bir ideolojiye bağlanmadılar. Sanat edebiyat dedikoduları yapıyorlar, sanat, edebiyat icra etmiyorlar. Yetişmiş insanlar değiller, kültürsüzler. Okumadan yazmak istiyorlar. Bugünkü edebiyatçılar birbirlerinin aleyhinde konuşuyorlar sürekli. Birbirlerinin kitaplarını hiç okumuyorlar. Biz arkadaşlarımızla, rahmetli Cahit’in (Zarifoğlu), Akif(in (İnan), Alaaddin’in (Özdenören), Rasim’in (Özdenören) kitapları Edebiyat’tan çıkmıştır. Biz birbirimizin kitaplarını satır satır okur, konular hakkında tartışmalar yapar, çok dikkatli ve titiz bir şekilde incelerdik. Bugünkü edebiyatçıların birbirinden habersiz olduğunu düşünüyorum. Kimse ötekini okumuyor, fikirleri yok. Fakat bugünkü edebiyat ortamının bu kültür birikiminin azlığına rağmen yine de umutsuz değilim. Ben hiç umutsuz bir insan olmadım.
Sizin döneminizde, farklı görüşlerdeki edebiyatçılarla ilişkileriniz nasıldı?
Benim dönemimde farklı görüşlerin akımlarıyla da ilgilenirdik. Mesela ‘İkinci Yeni’ önemli bir akımdı, şiiri yeniliyordu. Sezai Karakoç, Cemal Süreya, Ülkü Tamer, İlhan Berk, Ece Ayhan şiiri yeniliyorlardı. Sezai Karakoç’la nadiren görüşürdük, diğerleriyle hiç görüşmezdik. Benim şiirim zaten onlardan etkilenmemiş, özgün bir şiirdir. Fakat yine de okur, takip ederdik birbirimizi. Fakat bütün sol kesim Edebiyat dergisini görürdü.
“Emek bizim kavramımız”
Kullandığınız dil o dönem eleştirilere sebep olmuş. Bugün geldiğiniz noktada doğru bir seçim olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet, beni komünistlerin dilini kullanmakla suçladılar o dönem. Dile takıldılar. Halbuki bana uydurma dedikleri dili kendileri de kullanıyor aynı. Kaldı ki Ataç’ın dili gibi uydurma bir dil değil benimki. Ben o günlerde, normal, olması gereken dilin bu olduğunu gördüm. Çünkü Osmanlıca ile artık yazılmayacağı kesindi. Bir de efendim, dilin önemi yok ki, dilin anlattığı öze bakmak lazım. İstersen çingenece kullan, eğer şeraiti savunuyorsan o helaldir. Ben bu dille İslamiyeti, şeraiti savundum, daha da anlaşılır kılmaya çalıştım. Peygamber Efendimize ‘Ulu önder’ diyorum diye eleştirildim. Ben bu dili gayet bilinçli bir şekilde kullandım. Beni komünistlerin dilini kullanmakla, mülkiyet düşmanlığıyla yorumladılar. Biz mülkiyetin de uşağı değiliz ki birader. Müslüman mülkiyetin uşağı değil ki. Mülkiyeti de yine Allah’ın davası için yakarsın. Bugün benim yazdıklarımı bir genç okuyunca hiç zorlanmaz. Çünkü bugünün gerçek dilini o günden yakalamış bir dil. Her kelime bugün taze, canlı kullanılmakta. Bütün bu yeni dilin kelimeleri, kavramlarını kullanırken, zaten bizim uygarlığımıza ait kelime ve kavramları kullandım. Kimsenin fark etmediği, unuttuğu birtakım kavramları özellikle kullandım. Aslında bizim olduğu halde başkalarının kullandığı, başka anlamlar yüklediği kavramları tekrardan ele geçirmek, onların kullandığı şeyin altını boşaltmak istedim. Alınteri, dayanışma, paylaşma. Bu kelimelerin hepsi bizim kavramlarımız. Emek bizim kavramımız ama emek bugün başka bir anlam anlaşılıyor. Ne münasebet efendim, bunlar bizim öz kelimelerimiz, bizim dilimiz.
Mektuplarınızla da biliniyorsunuz. Neden bu kadar önemli mektuplaşmak sizin için?
Benim bir suskunluk dönemim var, uzun bir süre yazmadım. Yazmadığım süreçte de kendi deyimimle ‘dağa taşa mektup yazdım’. Mektup yazmaya çok önem veriyorum. Türkiye’de unutulan bir kültür maalesef. Hatta yeniden canlandırmak için mektuplaşmaya başladım okuyucuyla. Bir süredir günde birkaç mektup geliyor ve onları cevaplıyorum. Ben söylüyorum, yardımcım benim ağzımdan bilgisayara aktarıyor. Ama zarfların üzerine isim ve adresleri kendim elle tek tek yazıyorum.
İlginç mektuplar geliyor mu?
Enteresan mektuplar geliyor. Gençler öykü, deneme, şiirler yolluyor. Hepsine yazarlıkla ilgili detaylı cevaplar, neler okumaları gerektiğine dair tavsiyeler yazıyorum. Önce iyi bir okur, iyi bir insan olmalarını, sonra yazar olmalarını nasihat ediyorum. Zaman zaman da ilginç mektuplar oluyor. Bir genç adam mesela, ‘Ben şu kızı seviyorum, o beni sevmiyor, ne yapmalıyım?’ diye sormuş. Ben de kendisine sabırlı olmasını yazdım. Bir hapishaneden mahkum kardeşimiz mektup yolladı. Birçok yazardan, yayın evinden kitap istemiş, yollamamışlar, sadece biz yollamışız. Teşekkür eden ve kendini, neden orada olduğunu, onsekiz yıla mahkum olduğunu, pişmanlığını anlatan mektup yazdı. Başka kitaplar da istedi. Geçtiğimiz günlerde de bir mektubun içinden hurma çıktı, ‘üstad bu Kudüs hurmasıdır’ demiş genç bir hanım.
Peki siz kimleri okudunuz?
Benim dönemimde Hasan Ali Yücel’in çıkarttığı Milli Eğitim Bakanlığı’ndan çıkan yayınları vardı, beyaz ciltli, kapaksız olurdu. Onları okuyarak başladım. Günde en az dört saat okudum. Eski Yunan klasikleri, Latin klasikleri, çağdaş Yunan edebiyatını, çağdaş Amerikan edebiyatını, çağdaş Fransız edebiyatını, Ortadoğu edebiyatını okudum. İdeolojik olarak Necip Fazıl’ı okudum. Benim neslim üstada çok şey borçludur. Üstad bizim nesilden alacaklıdır. İdeolojimizin bel kemiğini üstad oluşturur.
“Asla umutsuz bir insan olmadım”
Düşüncesi, ideolojisi uğruna mücadeleyle geçmiş bir ömür sizinkisi. Yazdıklarınızın karşılığı ne oldu sizce? Bugün nasıl yorumluyorsunuz?
Henüz öğrenciyken 27 Mayıs’ı yaşadım İstanbul’da, 1960, Menderes’in düşürüldüğü tarih, hukukta öğrenciydim, yurtta kalıyordum. Öyle bir şey ki, kitleyi ayağa kaldırmak bir adamın elinde olabiliyor. Nuri diye bir öğrenci bütün fakülte öğrencilerini dışarı çıkarttı ve orda Menderes aleyhine nümayiş yapıldı. Bunun üzerine çok nümayişler yapıldı, sıkı yönetim ilan edildi. Ordu yönetime el koydu. ‘Kanlı Perşembe’ öyle başladı. Benim dönemimden yakın tarihe kadar çok şey yaşandı. Bugün ise bu ülkeyi yönetenlerin hepsi Edebiyat Dergisi’nin ideolojisini savunuyor bir yerde, onlar edebiyatın yetiştirdiği insanlar. Asla umutsuz bir insan olmadım.
Bütün eserleriniz son birkaç yıldır yeniden basıldı. Önümüzdeki günlerde yeni kitaplar var mı?
Bu ay ‘Sınır tanımayan devrim ateşi: Mektuplarım’ basıldı. Bu kitap, geçen yıl üç cilt olarak yayımlanmış ‘Mektuplar’dan hazırlanmış özel bir seçki. İçinden ideolojik içeriği ele alan mektupları özellikle seçtik. Gençlerin okumasını gerekli gördüğümüz için tek cilt halinde yayımladık. İlk kez fuarda okuyucuyla buluşuyor. Salı gününe kadar, öğleden sonraları okurlara imzalayacağım. Şu an yeni bir kitap daha hazırlıyoruz. Son beş altı yılda benimle yapılan röportajlar olacak kitapta. Ama hangi gazetede, kiminle olduğuna yönelik değil, konulara göre. Kudüs konusunda ne demişim, Mekke, Medine, bütün hepsi başlıklar altında toplanacak. Temel sorulara verdiğim cevaplar gruplanacak, bütün olarak okunduğunda mesela Necip Fazıl için ne demişim, hepsi bir arada olacak. Yakında çıkacak bu kitap da.