Korkuyorum Anne
18 Temmuz 2013
“İnsan Nedir?” Danadan farkı nedir? Et, kemik, yağ ve sinirin ötesinde nedir bizi birleştiren, tümleştiren, insan kılığında ortaklaştıran? diyordu “Korkuyorum Anne” filminde Reha Erdem.
Gezi Parkı direnişi tam da bu sorunun cevabını hortlattı zihinlerde. Bizi bir araya getiren beraber yürüdüğümüz yollar mı yoksa ıslandığımız yağmurlar mıydı?
Direniş, ilk kez bir araya gelme ihtimali pek de olmayan bedenleri aynı ağaçların altında birbirine değdirdi. Ne kadar farklı olursak olalım ortak dertlerimiz olduğunda “direnişin ittifakı” nın esas olduğunu hatırlattı.
Reha Erdem’in de derdi insanların aslında çok da birbirlerinden farkı olmadığı, ayrımlarımızın aslında birbirimize olan benzemezliğimizden öte, onları kabullenmemizle güzelleşeceğiydi. Bunun bir nevi yolu da “ironi” den geçiyordu. Film gücünü, insan olmanın her türlü halini ciddiyetten uzak, esprili, zekice kurguladığı video estetiğinden alıyordu. İnsanın kendi kendisini alaya alması tüm filme sirayet etmişti. Gezi eylemlerinde ortaya çıkan retorik, duvarlara yansıyan ironik dil iktidarı öfkelendirmekten öteye, söyleminin içini boşalttı.
Filmin kahramanı Ali bir kaza sonucu hafızasını yitirmiş, tüm ailesi ve mahalle sakinleri bir yandan onun hafızasını hatırlaması için çabalarken, bir yandan da kendi hafızaları ve benlikleriyle de yüzleşiyorlar. Bu süreç gittikçe hepsinin “insan” olmaya dair eksiklikleri, fazlalıklarını, korkularını ortaya çıkarıyor.
Reha Erdem’den ilham ile bir süredir toplumsal olarak hafızası zedelenen, dün olanı bugün unutan pasifize olmuş halk, “bir ağaç meselesi” ile bugüne dek unuttuğu tüm meseleler için yürüdü. Lice olayları , Trans yürüşü bir ilki yaşattı. Tıpkı Ali’nin hafıza kaybının tüm mahalle sakinlerinin kendi zihinlerini, insanlıklarını gözden geçirmelerine yol açması gibi…
“İnsanlar ikiye ayrılır: içe basanlar, düzgün basanlar…
Kadınlar ikiye ayrılır: ince belliler, kalın belliler. Kalın belliler de kendi içinde ikiye ayrılır…
Erkekler ikiye ayrılır: sevdiğine verdiği hediyeyi geri isteyenler ve geri istemeyenler…” diyordu film. Parkın bize hatırlattığı tam da buydu. Feministler, Kürtler, sosyalistler, müslümanlar, Lgbt bireyler, Kemalistler, veganlar yan yana gelebildi. Sadece “insan” olmanın tüm bu baskıcı iktidara karşı koymak için kafi olduğunu hatırladık. Annelerimizden korkmaya gerek yoktu, çünkü onlar bile yanımızdaydı.
Filmden bir alıntıyla “Saç saça, kol kola, nefes nefese, dişe diş, kıç kıça, baş başa, dirsek dirseğe, kafa kafaya, boğaz boğaza, yüz yüze, yumruk yumruğa…”
Bugün parktan gelen haberler tüm yaşanan şiddete, ölümlere, tacize rağmen gülümsetiyor az da olsa yüzümüzü…
Ve hep birlikte
Gezi parkının ağaçlarının altında. “Şimdi derin nefes alıyoruz. İyi ki varız diyoruz. İyi ki varız! Çok gururluyuz, çok!”
İyi ki varız! İyi ki!