Jehan Barbur’un İstanbul’u
25 Aralık 2013
Şarkılarını dinlemek başlı başına bir keyifken, Çatıdaki Çimenler isimli blogunu keşfetmiştim tesadüfen ve oradaki yazılarını okumak da en az şarkıları kadar keyif vermeye başlamıştı. O şiir tadında öyküleri kendi şarkıları eşliğinde okumadıysanız, Jehan Barbur’u henüz keşfetmemişsiniz demektir.
Tesadüf bu ya, Jehan Barbur’la yollarımız aynı dergide kesişti bir süre sonra. 1 yıl boyunca onun yazılarını herkesten önce okuyabilme mutluluğunu yaşadım. Sonra hayatı onunla kesişen her insan gibi Barbur’un rakı masasında buldum kendimi. Saygımdan, tüm samimi ısrarlarına rağmen ona “siz” demeyi sürdürdüğümü ve onu biraz da olsa kızdırdığımı hatırlıyorum.
O süreçte yazdığı yazıları ve daha fazlasını “Çatıdaki Çimenler” isimli güzel bir kitapta birleştirdi Jehan Barbur. Şarkı söylerken sahnede devleşen bu güçlü kadının, yazdıklarının üzerine nasıl titrediğini görseniz, eminim şaşırırsınız. Zaten bu özenli tutumunu kitabı okurken sezebilirsiniz.
Onunla aradan uzun zaman sonra İstanbul üzerine sohbet ettik. Bakalım Jehan’ın İstanbul’unu sevecek misiniz…
İstanbul’da yaşamak ne ifade ediyor sizin için? Zorunluluk mu, tutku mu?
Öncelikle bir tutku… Zehir zemberek bir şehir ve ben bu zehri nedense seviyorum. İskenderun’da büyümüş biri olarak sükûnete ve aynıdanlığa doydum. Dolayısıyla İstanbul Pandora’nın kutusu. Her gün yeni yüzler, yenilikler, tuhaf çekinceler, korkular, hayat ve ruh var. İskenderun’da kurduğum hayalleri İstanbul sahiplendi, önüme sundu, gerçek kıldı. Bir yandan da zorunluluk… Mesleğimin kalbi. Bir süre daha İstanbul’da olmalıyım. Aslında bana sorarsanız ben hep İstanbul’da yaşamak isterim. Beni kırana, yorana kadar…
Kabataş’ta ne zamandır yaşıyorsunuz? Komşularınızla nasıl bir ilişkiniz var, onları tanıyor musunuz?
2006 yılından beri Kabataş Setüstü’nde yaşıyorum. Kapı komşumuz Evrim ve Ebru benim ve eşimin en yakın arkadaşları. Sabah kahvelerimiz akşam rakılarımız var. Biraz birlikte yaşıyor gibiyiz. İstanbul’da en yakınlarının bir kapı tokmağının sesine bakması müthiş bir ayrıcalık… Saklıyız, ama Şehrin göbeğinde en sevdiklerimizleyiz. Yalnızız ama asla tek başımıza değiliz.
İşiniz yoksa, İstanbul’da bir gününüz nasıl geçiyor?
Soru mu bu? Tabii ki dostlarla meyhanede yahut evde rakı içip sohbet ederek geçiyor. Onun dışında eve kapanıp çalışırım yahut ev işleriyle ilgilenirim. Her boş fırsatta sevdiklerimle rakı içerim.
Düzenli olarak gittiğiniz, müdavimi olduğunuz mekanlar var mı?
Olmaz mı? Cihangir Aliye Meyhanesi, Cihangir Demeti, Cihangir Kaktüs Kafe, Beyoğlu Pera Balık, Cankurtaran Balıkçı Sabahattin, Cankurtaran Giritli Meyhanesi. Yazınsa Gümüşlük, Cumhur’un Yeri.
Bir İstanbullu olarak yaşadığınız en önemli sorun nedir?
İstanbul’u keşmekeşten dilediğimce yaşayamamak ve şehrin siluetinin ruhunun her geçen gün bozulması… Ayrıca çok maruz kalmasam da bitmeyen trafiği ve korna sesleri… Her yerde sürekli polisle burun buruna gelmek. Görmesen de aramızda olduğunu bilmek…
İstanbul’da bugüne kadar hiç gitmediğiniz bir semt var mı?
Avrupa yakasında hemen hemen her yere gittim. Anadolu yakasında gitmediğim çok yer var.
Müzik dışında, yazmaktan da çok keyif aldığınız biliyorum. Çatıdaki Çimenler kitabınızla ilgili nasıl değerlendirmeler aldınız? Memnun musunuz? Devamı gelecek mi?
Şu ana kadar bu kitap beni çok mutlu etti. Okuyan kişilerden olumlu geri dönüşler ve beğeni dolu cümleler aldım, cesaretlendim. Ama ben yaptığım hiçbir şeyi beğenemediğim için benim adıma hala eksik bir kitap. İlk baskısının bir ayda tükenmiş olması beni şaşırttı, heyecanlandırdı. Buna elbette sırt dayamıyorum ama mutlu oluyorum. Devamı geliyor. Yaz başında ikinci kitap için çalışmaya başladım. İlkinden farklı bir kitap olacak. Çok bahsetmek istemiyorum ama daha ziyade bir araştırma – derleme kitabı olacak.
Sizin için yazmak, müzikle karşılaştırdığınızda daha mı özgür bir alan?
Özgürlükten bugün ne kadar söz edebilirsek, o kadar özgür işte. Sadece şu sıra yazmaya daha çok yoğunlaştım. Konserlerime yoğun şekilde devam ediyor, sürekli seyahat ediyorum. Fırsat buldukça ikinci kitabım için çalışıyorum. Elbette yazının daha tuhaf bir izni var. Ama müziğin icra edilebilir olma hali de ayrı bir özgürlük. Sahne denen şey bir bağımlılık.
Dönüp dönüp tekrar okuduğunuz kitaplar var mı? Hangileri?
Okuduğum kitapları yeniden okumam. Altını çizdiğim cümleleri yazdığım defterlerim var. Dönüp dönüp onları okurum.
Sarı’yı ve ondan önceki iki albümünüzü hala zevkle dinliyoruz ama, yenisini de beklemeden edemiyor insan? Ne zaman sona erer bu bekleyişimiz? Tarz olarak bir değişiklik düşünüyor musunuz?
Üst üste üç albüm yaptım, inanın hayli yorucu bir süreçti. Şimdi de kitabım çıktı ve ikincisiyle uğraşıyorum. Ama dördüncü albümü es geçmiş değilim. Sadece acele etmiyorum. Şarkılarım hazır, yavaştan düzenlemelerine başladık. Tarzım çok değişemez benim. Yazdıklarım, söylediklerim benim sonuçta. Ayrıca uzun aralar vermeden albüm çıkardığımız için bir yıllık insani ve fikirsel değişimlerim oluyor. Tek söyleyebileceğim şey dördüncü albümün daha da sade ve daha da sakin bir albüm olacağı. Bu sefer çok hesap kitap yapmadan, aman içinde orta tempo ve hızlı şarkılar da olsun kaygısına düşmeden hazırladığım bir albüm. Bu sefer öyle geldi; zorlamanın alemi yok. Her şey daha da büyüyeceği yerde daha da sadeleşecek.