İstanbul’da başınıza gelebilecek 10 şey
29 Ocak 2014
Taksiciler, sabahtan akşama kadar direksiyon başında stresli bir işe sahipler malum… Buraya kadar omuz omuza olduğumuz abilerimiz, yine de bir çoğumuzun başına bu durumu getirmekten vazgeçmiyorlar. Şehre ilk geldiğimizde mutlaka kısa mesafelerimiz uzadıkça uzuyor. Siz siz olun, bilmediğinizi pek çaktırmayın. Yine de sevdiğimiz, güzel ağabeylerimizdir onlar…
Normal çalışma süreniz yetmezmiş gibi bir de mesaiye kalmışsınız, karnınız aç, yorgunluktan beyniniz koşarak uzaklaşacak durumda, bir an önce evinize gitmek istiyorsunuz, yağmur da var ve çok sevdiğiniz rüzgar da… Tüm bu şartlardan sıyrılıp son vapura yetişmek için Mario’ nun prensesine koştuğu gibi koşuyorsunuz. Turnikeler gözüktü, kurtuluş yakında. Tam akbilinizi basacakken anonslardan o ses yükselir: “22.00 Kadıköy vapurumuz hareket etmiştir.”
Akbil’i kaybetmek çok büyük bir sorun değil aslına bakacak olursanız. Merkezi bir konumdaysanız küçük bir marketten bile temin etmeniz mümkün. Tabi bu durum aylık dolum yaptığınız akbilinizi ertesi gün kaybetmenizle aynı statüde değil. Onun daha ince bir sızısı, tatlı bir acısı vardır. Giden para olmaz elbette kartınızı yeniden çıkarttığınızda içinde yer alacak, ama İETT’de evraklarla olan lüzumsuz samimiyet insanı çileden çıkartabilir.
Siz hiç çekilen arabanızın arkasından baktınız mı? Otopark parası vermemek için kısa süreli yol kenarına park ettiğiniz aracınızı yasak bir yere park etmiş olabilirsiniz. Ortaköy’de çekilen arabanız Avcılar’ da bir otoparkta çıkabilir. Trafik işaretlerine dikkat edin. Kuytularda köşelerde bir kamyonetin arkasına saklanmış park yasağı tabelası olabilir.
Gün geçmiyor ki bir elektrik kesintisi haberi almayalım. İstanbul’un lüks semtlerinden orta halli muhitlerine, hatta gecekondu mahallerine kadar sürekli olarak kısa yada uzun süreli bir elektrik kesintisi mevcut. Sebebi nedir bilemiyoruz ancak metropol olarak adlandırılan İstanbul’da böyle durumların yaşanması çok trajikomik.
Uzun uzun yazmaya gerek yok aslında. Kendilerini şöyle tanımlıyorlar; “Allah affeder, Çarşı affetmez!” Siz siz olun, futboldan hazzetmiyorsanız bile, sosyal medyadan bile olsa maç takvimlerini takip edin. İnönü Stadı yıkılmadan önce, maç saatlerinde Beşiktaş’tan Taksim’ e mi çıkma gafletine düştüğümüzde yürümek zorunda kalırdık. Ama bir saniye Pollyanna olursak, maç zamanı kurulan seyyar köfteciden köfte alıp yemek ayrı bir zevk… Kadıköy ise bir diğer örnek… Fenerbahçe’nin maçı varsa dikkat edin, trafik yüzünden en az Kadıköy’ün boğası kadar hınçla dolabilirsiniz.
Güzel, güneşli bir pazar sabahı, ailenizle, dostlarınızla ya da yalnız başınıza Çamlıca’da kahvaltı yapmak en tabii hakkınızdır. Fakat sizin gibi düşünen binlerce İstanbullu olduğu gibi bir o kadar da turist vardır. Bu konudaki çözüm önerimiz ise daha sakin ve salaş mekanları tercih etmeniz. Gülhane Parkı da daha sakin bir tercih olabilir. Denizse deniz. Köprüyse köprü. Nedir yani!
Tarlabaşı ve Hacıhüsrev… Gündüz giderseniz daha iyi sanki, ha? Sokak lambalarının pek olmadığı, gündüzleri koşuşturan çocukların evlerine dönüp sokakları büyük abilerine ve köşe başlarında yanan ateşlere bıraktığı bir ortamda başınıza gelebilecek senaryolar pek iç açıcı değil maalesef. Bunlar bir yana bir de kendisini Ara Güler zanneden, fakat Ara Güler’in bile mütevazılıktan kırılırcasına ‘Ben fotoğraf sanatçısı değilim, foto muhabirim’ diyerek gönüllerimizi milyonuncu kez fetheden cümlesine inat, 2 fotoğraf çekince kendisine fotoğraf sanatçısı diyen, sümüklü çocuk fotoğrafı çekmekten usanmayan güruha da rastlayabilirsiniz.
Benim gibi Anadolu’da okumuş biriyseniz ya da Anadolu’nun şehirlerine trenle seyahat etmekten keyif alıyorsanız Haydarpaşa uğrak yerlerinizden birisi olur. Düşünün, 14 saat trenle yemekli vagonda arkadaşlarınızla sohbet edip içkinizi, içeceğinizi yudumlayarak muhteşem bir yolculuk yapmışsınız ve bunu boğazdan esen rüzgarla taçlandırmak istiyorsunuz. Fakat bu koku? Bu pislik? Uçak ve otobüs neyimize yetmiyor, burası nostaljiden başka şeyler kokuyor…
Hani bazı şarkılar vardır insanın hayatında yer etmiş, hüzünlü, buhranlı şarkılar. Boş akbil sesi de öyle bir şey aslında. ‘Dı-rı-rıt, dı-rı-rıt’ eder de anlamazsınız, öylesine bir ses gibi gelir, bakın ‘dı-rı-rıt’ dedikçe ‘Pa-ra-yok’ demek istiyor ama subliminal mesajı almaya eriniyorsunuz. Sıcak yuvanıza gitme ümidiyle otobüse binip akbilinizi bastığınızdaki o boşluğun, yokluğun ve hiçliğin sesi… Ardından kafanızı kaldırıp diğer yolculara baktığınızda tüm kafaların çevrilmesi, ‘Akbili olan var mı ? ‘ sorusunun, okul hayatımızdaki ‘0.5 ucu olan var mı? ‘ sorusuyla eş tutulması, herkesin Nuri Bilge Ceylan filmleri tadında uzaklara dalması, bir hüsran, arkadan yükselen yanık ağlamaklı bağlama sesi.. .
Ah o akbili kaybetmek yok mu!!! İçler acısı!