Ders kitaplarında cinsiyetçilik
12 Aralık 2013
Kadınların toplumsal yaşamda pasif kılınmalarını, şiddete, tacize maruz kalmalarını ve buna karşın yasalar tarafından gerektiği gibi korunamamalarının temelinde cinsiyetçi ideoloji yatıyor. Bu cinsiyetçi ideoloji de, eğitim, aile vb. kurumlar sayesinde bireylere empoze ediliyor. “Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik” konulu çalışmasıyla, cinsiyetçiliğin yeniden üretildiği alanlardan biri olan Eğitim’i inceleyen, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu’nun, konuyla ilgili görüşlerini aldık.
Cinsiyetçi ideolojiyi nasıl tanımlamak gerekir? Bu ideoloji toplumsal yaşamda kendini nasıl üretir?
Cinsiyetçi ideoloji, bireylerin hangi cinse ait olduğundan hareketle toplumsal, siyasal ve ekonomik alanda, bir cinsi diğerinden daha üstün gören anlayıştır. Bu anlayış, toplumsal yaşamın tümünün örgütlenmesinde belirleyici unsurların başında gelir. Dilimizden, istihdam alanlarındaki kümeleşemeye dek geniş bir yelpaze içinde karşımıza çıkar. Örneğin “hayat adamı” ile “hayat kadını”nın çağrıştırdığı anlam öbekleri sorunuza basit bir yanıt olarak gösterilebilir.
Cinsiyetçi ideoloji yaşamın her alanında yeniden üretilir. Ailede, eğitim alanında, ekonomik yaşamda, siyasette vb. Her bir alanı burada açıklamak oldukça güç. Sadece şunu söyleyebilirim ki, yurttaşlık kavramı nötr bir kavram. Fakat yakından baktığınızda daha çok erkeği çağrıştırır. Esnek üretim süreci ve güvencesiz çalışma her iki cinsin de sömürülmesine kaynaklık eder. Ama oranlara yakından bakıldığında, kadınların daha fazla sayıda bu alanlara yönlendirildiğini görürüz.
Eğitimde kullanılan ders kitaplarının bu ideolojinin oluşumunda, yeniden üretimindeki rolü nedir?
Ders kitapları açık ve kapalı iletiler aracılığıyla kimliğin inşa edilmesine önemli bir katkı sağlıyor. Görsel malzemeler ve metinler aracılığıyla, erkeğin akıl, kadının doğayla özdeş olduğuna ilişkin yaygın kanıyı güçlendiren iletiler barındırıyor. Henüz İlköğretim’e adımını atmış olan bu çocuklara “güçlü ve güçsüz cins” kurgusunu sunduğunuzda, eşitlikçi bir dünya kavrayışı oluşturamazsınız.
“Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik” konulu çalışmanızda 1945 öncesi ve sonrası arasında bir farklılaşmaya işaret ediyorsunuz, bu farklılaşmanın niteliği nedir?
1945’ten sonra ülkemiz siyasal anlamda bir yol ayrımına girdi. 1946’da çok partili hayata geçişle birlikte geleneksel değerlere dayanarak güçlenmeyi amaçlayan siyasal yönelimler söz konusu oldu. Örneğin Halkevleri ve Köy Enstitüleri’nin sorgulanmaya başlandığını görüyoruz. Ardından da DP iktidarıyla birlikte, bunların kapatılması gündeme geldi. Her iki kurum da kadınların kamusal varlığını erkeklerle bir arada gerçekleştirmesine yönelik oluşumlardı. Halkevleri sahneleri kadınlara açılmıştı. Ama DP’nin kurulmasının ardından, kadının asıl yerinin evi olduğuna vurgu yapıldı. Aynı durum Köy Enstitüleri için de söz konusu. Kadın ve erkek ilk kez bu kurumda aynı kampüs içinde eğitim gördü, sadece yatakhaneler ayrıydı. DP daha iktidara gelmemişti, enstitü aleyhinde kampanyalar yürütüldü. Kız öğrencilerin erkeklerle aynı kampüs içinde olmaları ahlaksızlık olarak değerlendirildi. Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel görevden alındı. Köy Enstitüleri’nin mimarı İlköğretim Genel Müdürü, köylü çocuklarının “babası” olarak kabul ettikleri İsmail Hakkı Tonguç istifa etti. Böylece Enstitülerin de sonu geldi. İlk yapılan uygulama, karma eğitimi sona erdirmek oldu. Kızlar ve erkekler ayrı enstitülerde toplandı. Köylüler, kızlarını okula göndermekte daha isteksiz oldu. Öğretmenin imama yenildiği sürecin başlangıcıdır bu yıllar.
Bugünü düşündüğümüzde, özellikle çalışmanız açısından, ders kitaplarında ve eğitimde bir gelişme görüyor musunuz?
Uzun yıllardır bu konuda mücadele ettim. Mücadele ederken başkaları da bu sürece katıldı. Toplumsal cinsiyet düzleminde kısmi olarak iyileşmeler var. Fakat ders kitaplarında sorgulayan, araştıran kuşaklar yetiştirmeye ilişkin yönelimde geçmişe göre daha olumsuzluk olduğunu düşünüyorum. “Tek yol gösterici bilimdir” anlayışından uzaklaşılmış görünüyor.
Türkiye’de hala kadın cinayetleri, töre, namus vb. bahanelerle işlenmeye devam ediyor. Türkiye’de büyük bir güce sahip olan medyanın bu konudaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadın cinayetleri, feodal yapı tasfiye edilmeden çözümlenemez. Ağa, şeyh vb feodal güçler kadınların öldürülmesi için zemin hazırlayan yapılar. Bu yapılar kadınlara yaşam hakkını sınırlar; töreyle, namusla… Kızlar evlendirilme adı altında çocuk yaşta, cinsel istismara maruz bırakılıyor. Medya, bu sistemi zaman zaman meşrulaştırıyor. Ama medyadan önce sistemdir sorunu üreten!
Yıllardır mücadele eden kadın örgütleri, dernekleri var. Sizin de bu konuda aktif bir şekilde rol aldığınızı biliyoruz. Bu mücadele ya da bu örgütler, temas ettikleri kadınlarda nasıl bir değişime neden oluyor?
Kadınlarda ve erkeklerde toplumsal cinsiyet konusunda farkındalık yaratmak çok önemli. Bunun yanı sıra kadınları toplumsal yaşamda güçlendirecek çabaların da önemli olduğunu düşünüyorum. Kadınların farkındalık ve güçlenme yoluna girmeleri, yaşamlarını değiştirecek olanakların yaratılmasının da yolunu açabilir. Feodal güçlerin egemen olduğu koşullarda ise bunun imkânsız olmadığını, ama çok güç olduğunu kabul etmek gerekir.
Kadınların kendi haklarını savunabilmelerini engelleyen, yaşadıkları tacizi, şiddeti gizlemelerine neden olan temel unsurlar nelerdir?
Tüm eğitim süreci. Ailede, okulda, toplumda edindiği değerler sistemi…