19.12.2000 – Hayata Dönüş Operasyonu
19 Aralık 2013
Öncelikle şuna değinelim, tecrit uygulaması nedir? Ortalama 2-3 metrekarelik bir dört duvar düşünün, penceresi bile olmayan. Görebildiğiniz tek şey taş duvar. Duyabilirseniz eğer uzaklardan gelen ayak sesleri, belki o bile yok. Sessizlik, huzur ve rahatlık demek değildir her zaman. Biliyorsunuz ki o sessizliğin sonunda bir şey var. Bir suçlu olarak günlerinizi böyle bir ortamda geçirdiğinizi düşünün. O kadar çok hiçbir şey yapamıyorsunuz ki, en basit ölüm şekillerinden biri olarak kendinizi asmak için bile olanağınız olmayabiliyor. “Sessiz Ölüm” derler hatta adına da. Birey olarak sistemle karşı karşıyasınızdır ve olağan gücünüzle her şeye karşı koymak durumundasınızdır. Öyle işte..
Bugün ise bir sürecin son tangosunun 13. yıl dönümü. Üzerine filmler yapılan, çarşaf çarşaf yazılar yazılan, kara bir lekenin, Bayrampaşa F Tipi’nin, Ümraniye Kapalı Ceza Evi’nin lanetli günlerinden “Hayata Dönüş Operasyonu”nun yıl dönümü bugün. Uygulanan yaptırımlara karşı, yaklaşık 2 ay kadar süren bir direnişin son günüydü 19 Aralık 2000 günü. F tipi cezaevlerindeki usulsüzlüklere ve kanun dışı uygulamalara, bazı suçluların cezalarını toplu koğuşlarda değil 1 yada 3 kişilik hücrelerde geçirmeleri istenilen yasaya karşı mahkumlar, açlık grevine başlamış sürecin devamında ise ölüm oruçlarına başlanmıştı. Hükümetin cezaevlerindeki uygulamaları görmezden geldiği yetmediği gibi, çözüm için görüşmelerde geri adım atmamasının sonuçları çok büyük olacaktı. İstanbul’da Bayrampaşa ve Ümraniye ceza evlerini ön planda olmasına rağmen tüm Türkiye’de 20 cezaevine ortak düzenlenen ve 10000 (Yanlış görmediniz, o dönem komşularımızla ilişkilerimiz iyiydi yani savaşa falan gidilmiyordu.) güvenlik görevlisi bu operasyon için seçilmişti. O gün içerisinde 18 cezaevlerindeki direniş baskı ve şiddetle durduruldu. 32 kişi öldü ve ikisi askerdi. Tabi askerin ölümü cezaevindeki suçlulara yıkılmak istendiyse de, asker askeri de öldürmüştü. Yapılan otopside cezaevinden uzun namlulu hiçbir silah çıkmamış, ancak ölen asker AK-47 yada MG3 ile uzak mesafeden öldürülmüştü. 2 askerin dışında, 30 kişi yanarak, vurularak, kan kaybından yada duman zehirlenmesinden can vermişti. Operasyonun sonucu 32 kişinin ölümü ve modern olduğu iddaa edilen bir cezaevinden geriye kalanlardı.
Tabii ki mevzu bahis malesef burada son bulmuyor. Ölüm oruçları sonucu dışarıdan destekleyenlerle birlikte 55 kişi, tahliyeden sonra ölüm orucuna devam eden 12 kişi, kendini yakarak intihar eden 10 kişi, diğer sebeplerden ölen 2 kişi ile birlikte toplam 117 kişi can verdi.
Herkes cezaevine girebilir, yüz kızartıcı sebepler mazur görülemez elbette. Fakat düşünceleri ve inançları uğruna, sırf fikir çatışmasından ve “çatlak sesler” diye tabir edilen kişileri baskı ve şiddet altında ötekileştirmek hatta hiçleştirmek insanlık onuruna aykırıdır. Şimdi bu yazının ardından bu okuyacağınızı hayal edin lütfen. Sizi 2 hafta boyunca Dubai’deki 7 yıldızlı otelin kral dairesinde ağırlamalarını istersiniz değil mi? Hem de hiç çıkmamak istercesine.. Ancak hiçbir teknolojik aletin veya kullanılabilecek bir iletişim ağının olmadığını düşünün. Telefon, internet, televizyon,kitap aklınıza ne geliyorsa. Neler hissederdiniz?
Ölüm oruçlarında sık görülen Wernicke Korsakoff hastalığına yakalanan kişiler oldu. B1 vitamininin eksikliğinden ortaya çıkan bu hastalık, hareket kabiliyetini devre dışı bırakıyor ve düşünce yetinizi engelliyor. Bu konu hakkında Ruhi Karadağ, Hüseyin Karabey, Metin Yeğin gibi yönetmenler tarafından çekilen kısa ve uzun metraj filmlerde mevcut. Son olarak Simurg ve F Tipi filmleri gösterime girmişti.
“…Bir soru işareti, bir korku yaymayı planlıyorlardı. Ölseniz benim işime gelir ama ölmeyip böyle olursanız daha çok işime gelir. Öldürmüyorum, ölmenize izin vermeyeceğim ama ölmekten beter edeceğim. Her gün öleceksiniz, her gün uyandığınızda yeniden doğacaksınız. İnsanın bir feda ölmesi başka bir şey ama yaşarken her gün ölmesi ve her gün yeniden doğup aynı şeylere yeniden başlaması başka.. Bunun yaratacağı korkuyu kullanmaktı amaç. Hem unutturmak, her şeyi silmek hem de bu korkuyu yaratmak.” (Metin Yeğin – Sonra filminden..)
Bir de operasyona dair, aşağıda iki taraftan da iki açıklama var. Yorumu size bırakıyorum. Hadi sağlıcakla…
“Devletin , insanların göz göre göre ölüme sevkedilmesine seyirci kalması düşünülemez. O nedenle yirmi cezaevine bir müdahale kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Müdahalenin amacı insanların hayatını kurtarmaktır. Bu nedenle bu insan hayatı kurtarma operasyonudur. ” (Hikmet Sami Türk – Dönemin Adalet Bakanı Basın Açıklaması)
“Yarı baygın durumdaydık. Kendimizi gazdan savunacak ıslak havlu dışında bir şey yoktu elimizde. Deliklerden sinir gazı ve biber gazı püskürtmeye başladılar. Sinir gazı boğulma etkisi yaratıyor. Öleceğinizi sanıyorsunuz, çıldıracak gibi oluyorsunuz. Artık nefes alamaz hale gelmiştik. Koğuştan kurtulmalıydık. Sürüne sürene kapıya yaklaştık. İşte o anda kapı girişini yaktılar. Tavandan yayılan bir yangındı bu. Çığlıklar yükseldi. Vücudum alev almadı ama ani bir sıcaklık hissettim. Bazı arkadaşlar alev makinesi tutulduğunu görmüş. Yananların çoğunun elbiselerinde yanık izi yoktu. Ancak bedenlerimiz kavrulmuştu. Yandığımı hissetmedim. Elimi başıma götürdüğümde derimin sıvı gibi eridiğini gördüm. Alev yok. Sıvı ya da gaz, yakıcı bir kimyasal madde olabilir. Tavandan üzerimize döküldü ve yüksek ısıyla birleştiğinde kafa derimi, yüzümü, kollarımı ve sırtımı kavurdu. Kendimi kaybetmişim.” (Ebru Dinçer – Bayrampaşa Cezaevi C1 Koğuşu / Alper Turgut’un Bianet’teki makalesinden alıntıdır.)