13. İstanbul Bienali’nden notlar
24 Eylül 2013
14 Eylülde başlayan 13.İstanbul Bienal’i için gelen sanatçılar onuruna Arjantin Konsolosu Ernesto Pfirter’in 12 Eylülde verdiği resepsiyona katıldım.
Davet, Mama Shelter restoran-otel zincirlerinden Beyoğlu’ndakinin terasındaydı. Bu mekan gerçekten de görülmeye değer; hem nefis bir İstanbul panoramik görüntüsüyle hem de Philip Stark imzalı sade ve zevkli düzenlemesi ile…. Sanatçıları, kanımca böyle bir mekanda diğer konuklarla tanıştırmak çok uygun bir seçim olmuş.
Bienal Direktörü Bige Örer ile görüştüğümüzdede Lale Müldür’ün kitabından esinlenerek seçilen “Anne ben Barbar mıyım?” temasının özellikle kamusal alan, mekan-birey ilişkisi, kamusal alanın bir politik forum olma niteliği, güncel demokrasi formatları üzerinden anlam kazanacağı düşüncesi ile seçildiği anlaşılmaktadır. Bienal Küratörü Fulya Erdemci’nin önceki çalışmaları ve 2012 ye kadar Amsterdam’daki SKOR isimli Sanat ve Kamusal Alan Vakfı Direktörlüğü’nü yürüttüğü de göz önünde bulundurulursa Bienal’e katkılarının önemi daha iyi kavranabilir.
Özellikle büyük kentlerde sözü edilen konunun geçerliliği ve önemi kuşkusuz yadsınamaz. Kamusal alan krizli, temposu yüksek, sorunlu ve ayni zamanda paylaşılamayan alandır. Kentin damarları ve kalbidir.
Günümüz kamusallığının, ötekileştirme eğilimlerine direnç göstermesinin kaçınılmaz olduğu gerçeği ,”barbarlık” kavramıyla örtüştürülen Bienal ürünlerinin sanat dilinin 80 ayrı katılımcı tarafından nasıl ele alındığı oldukça ilginç olmalı! Bu sanat sürecinde ayrıca edebiyat, şiir ve sanatın şiirsellikle ilişkisinin de ele alınacağını öğreniyoruz… Verilen resepsiyonda tanıdığım iki sanatçı ile konuşunca da bunu anlamak mümkün.
Bir ortaokulda sanat eğitmeni olan Leandro Tartaglia kendi sanat ürünleri olan bir projeden söz etti. İstanbul’a iki öğrencisiyle gelmiş. Nahir Blanco ve Nelson Goitia bu projede yer alan öğrenciler.
Bienal ürünlerinden olan “PROJECTO SECONDARİO” daha önce 2001 yılında şiddetli halk isyanından sonra bir grup sanatçının bir araya gelerek sembol isimlerden birisi olan LİLİANA MARESCA’ya ithafen geliştirdikleri işlerden bir bölümü. Bu sanatçılar bir gecekondu mahallesi olan “La Cava de Villa Fiorito”da toplumsal ve sanatsal etkinliklerde bulunmaya başlamışlar. Bir devlet ortaokulunda okul yönetimi için verdikleri pedagojik eğitimle birlikte, grubun geliştirdiği görsel sanat odaklı eğitim programı ile, öğrenciler bulundukları kendi çevreleri, mahalleleri ile ilişki ve iletişim kurarak “sanatın kendini ifade ve düşünebilmenin bir aracı” olarak etkinliğini ve işlevini projedeki video ve öğrenci çalışmaları ile anlatmaya çalışıyorlar. Çevre-genç ilişkisini konu alan bu çalışma dökümanter bir nitelik taşımakta. Bienale video ve haritalarla katılmışlar. 2007 yılından beri okulda yapılan bu çalışmayı 2009 yılında Eğitim Bakanlığı onaylamış bulunuyor. Ayırımcılık, aile içi şiddet, çocuk işçiler ve kamusal hizmetlerin yetersizliği konularında mahalleliyi güçlendirmek ve bilinçlendirmek için, güncel sanat stratejilerini de kullanarak kolektif bir biçimde “mahalle kimliği” ele alınarak bunun üzerinden program geliştirilmiş. Öğrencilerin kendilerini ve yaşadıkları çevreyi nasıl sundukları geliştirdikleri yöntem ve etkinliklerin yer aldığı proje sunumu Galata Rum Okulu’nda sergilenmekte…
Gelelim diğer Bienal sanatçısına…Lux Linder’in çalışmaları Antrepo’da sergileniyor. Lux kısa pantolonu,kovboy şapkası ve iskarpinleri ile oldukça kendine özgü bir kişi… Arjantin’den ailesiyle geçinemediği için İsviçre’ye giderek garsonluk da yaptığını söylüyor. Kendi işini anlatmaya kelimelerin yeterli olmayacağını söylüyor, görülmelilermiş. Çalışmalarının sözcüklerle anlatılabilecek kısmından söz etmesini istedim! Çizimleri ve boya çalışmaları olduğunu söylüyor. Bir taraftan “new science” (yeni bilim) denilen bir yöntemden bahsediyor. Bir el kitabı çıkarmak istiyor ve bu çizim ve resimlerin kitabı destekleyeceğini umuyor. “Arjantinistik” dediği bir kavramdan söz etti, Arjantin’in sorunları ve geleceğine dair konuların araştırıldığı COMARGIN (İçkin Arjantinlilik Komisyonu) denilen bir yer altı örgütünde çalışıyor.
Lux önemli kişilerin portrelerini çiziyor, fakat bu kişilerin herkes tarafından önemsenen kişiler olmadığını söylüyor. Bienal’e Buenos-Aires ve ülkenin geri kalan kısmı-İstanbul ve ülkenin geri kalan bölümü arasındaki ilişki, tezat ve diğer konulardaki paralellik nedeni ile çağrılmış olabileceğini düşünüyor.
Bu güzel akşam için ve oluşturduğu ortam nedeni ile de Arjantin Başkonsolosu Ernesto Pfirter’e ve eşine özellikle teşekkür etmeden yazımı bitirmeyeceğim. Daha nice Bienaller ve sanat dolu güzel İstanbul akşamlarına….